top of page
Ara

Kalp Günlüğü: Yazma Akışı Yaratmak


Kitaplarımı yazdığım çalışma odam, yazı masam, ilham kaynaklarım...
Kitaplarımı yazdığım çalışma odam, yazı masam, ilham kaynaklarım...

Yazma akışı nasıl yaratılır? Yazma disiplinini nasıl ediniriz?


Geçen yazıda, yazabilmek için "özdisiplin" gerektiğini söylemiştim. Bu yazıda özdisiplini, yazma akışını nasıl yaratacağımızı ve tıkanıklığı nasıl aşacağımızı anlatacağım.


Lafı uzatmadan söyleyeyim: Yazma akışına girmenin yolu her gün, mümkünse aynı saatte, ulaşılabilir küçük bir hedefle (sayfa sayısı, sözcük sayısı, içerik hedefi vb.) oturup yazmak.


Sorun ise şu: Bunu bilsek de yapmıyoruz, yapamıyoruz- çünkü bizi engelleyen, karşı konulamaz bir mekanizma var. Biz gerçekleri konuşalım ve bu mekanizmadan bahsedelim. Önümüzdeki engelleri ortaya serip ifşa edelim ve ardından 'yazma disiplinini nasıl edinirim?' sorusuna geri dönelim.


Yazma akışımızı engelleyen o karşı konulamaz mekanizma 'biziz'.


İnsanlar kendi ruhlarından kaçmak için, ne kadar saçma olursa olsun, her şeyi yaparlar. - Carl Jung

Yazma yolculuğumda, içimde derin bir arzu taşımama rağmen yazamadığım zamanlar oldu. Bazen haftalarca, bazen aylarca, bir ara 2 yıl kadar... Bu durumu kendime "yazar tıkanıklığı" olarak açıkladım.


Kimi zaman yazı masama geçecek enerjiyi dahi bulamıyordum; böyle zamanlarda beni durduran kaotik bir zihin, duygusal ağırlık ve depresif ruh haliydi.


Kimi zaman serbestçe yazmak isteyip yeni romana devam etmeyi erteliyordum. Böyle günlerde engelim kendime güvensizliğim, başlama korkum ve disiplinin ağırlığıydı. Hala başucumda sakladığım biricik günlük yazılarımı ve Julia Cameron'ın sabah sayfalarını daha çok böyle günlerde yazdım.


Bazen de yazma fikrine dahi dayanamıyordum ve yazmaya ayırdığım sabah saatlerimi kahve, müzik ve yumuşak meditasyonlarla geçiriyordum. Bu benim hakkımdı. Dinlenmeye ve sessizliğe ihtiyacımız var. Her zaman çalışamayız.


Bazen de şunu düşünüyordum: "Ben yazmak zorunda mıyım?" Neden sürekli kapısı kapalı bir odada, hayali karakterlerimle, kendimi yaratıcı bir akışa sokmalıyım? Ben neden gerçek duygularımı ve düşüncelerimi yetkin, edebi ve estetik bir forma dönüştürmeyi başararak, bütünlüklü bir metin halinde ifade etmek zorundayım? Bu çok zor değil mi? Ben neden online bir mağaza filan açıp bir şeyler satmıyorum? (-ki belki bu daha zor!)


Bu saydığım durumlar geçmişte kalmış değil, zaman zaman bu ruh hallerini hala yaşıyorum- çünkü insanım ve insan bazen kendi ruhundan kaçmak için her şeyi yapar. Her şeye rağmen yazmaya devam etmemin ise basit bir nedeni var:


Yazmak istiyorum, yazmayı seviyorum ve buna ihtiyacım var.

Yazmadığımda yukarıda saydıklarımdan daha büyük bir ağırlık hissediyorum.

Yine de kendimden kaçmak için önüme engel olarak kendimi koyuyorum.


Kendimi ifade edeceğim derinliğe inmemek için, hayal dünyamı sözcüklere dönüştürüp muhteşem evrenler kurmak yerine zihnimin kaosuyla baş başa kalmayı seçebiliyorum. Çünkü zihin dramalarla yaşamaya alışık ve yeni bir hikaye yazmak istediğimde beni durduruyor.

"Bırak," diyor "boş ver, istediğin kadar iyi olmayacak. Olsa da aylar sürecek, belki de hiçbir yere varmayacak. Biraz uzanalım ve yapmak isteyip yapamadıklarımıza ağlayalım."

Ve o tanıdık sığınağımda buluyorum kendimi yeniden. Orası karanlık, boğucu ama güvenli. Orada yorulmam, risk almam, kendimi (kurmaca yoluyla da olsa) insanlara anlatacağım hikâyeler yazmam gerekmiyor. Orada gerçekleşmemiş hayallerimin mezar taşları ve içimde sessizce yaşadığım yürek yakan dramalar var. "Tamam," diyorum içimden, "biraz uzanalım. Ne de olsa hayat dayanılmaz bir şey ve benim elimden bir şey gelmiyor."


Oysa bu doğru değil.

Dramanın yeri yazı yazdığımız sayfalar, hayatımız değil.

Başka- muhteşem, iyileştirici, ışıklı- gerçeklikler var.

Gerçeği hatırlamalı ve bir an önce ayağa kalkmalıyız.


ree

Yazma tıkanıklığımız yok. Amaç tıkanıklığımız var.

Zihnimizde uçuşan sayısız fikir anlamını yitiriyor çünkü onları filtreleyecek bir NEDEN'imiz yok.

Aslında yazmak ve yaratıcı üretimler yapmak için çok nedenimiz var ama bu nedenleri unutuyoruz ya da göz ardı ediyoruz.


Zihinlerimizde, içinde yıldızların parladığı, üzerine kara bulutların çöktüğü müthiş bir kaos var.

“Amaç”, o büyüleyici kaosu sanata dönüştürür.


Kendi amacımızı bulup (daha doğrusu fark edip) ona tutunabiliriz.


Amacımız belki iyi hissetmek, kendimizi ifade etmek; belki bir başkaldırı, yaşadığımız hayatı iyileştirmek, bir zihniyet değişikliği yaratmak ya da dert edindiğimiz bir konuya tabu kırıcı bir anlayış getirmek... Amacımız belki benim için olduğu gibi görünenin ötesindeki sihri, anlamı ve ışığı birilerine (ve kendine) göstermek. Belki bir amacımız da yazma tutkumuzu mesleğe dönüştürmek, hikayelerimizle birilerine ilham vermek...


Bu amaç her ne ise, zaman içinde değişebilir, gelişebilir, genişleyebilir.

Şu anki amacımızı bilmemiz ve hissetmemiz yeterli.


Kendimiz için yazıyorsak, kendimize her gün şöyle söyleyebiliriz:

Benim ihtiyacım bu ve onu pazarlık konusu yapmayacağım.


Bir yazar olarak yaratıcı üretimler yapıyorsak kendimize her gün şöyle diyebiliriz:

Benim işim bu, bu bir hediye ve onu asla hafife almayacağım.


Geçtiğimiz günlerde çok sevdiğim bir danışanıma söylediğim gibi:

"Yapman gerekeni yap. Senin motton bu olsun. Çünkü cevherini açığa çıkarmanın yolu bu." o da oturup yazdı ve parıldayan bir cevher açığa çıktı. Benim sayemde değil tabii, kendisi sayesinde. Oturup yazdığı ve ürettiği için.


Yapmamız gerekeni yapacak olan, üretecek olan biziz. Bunu hiç kimse bizim için yapamaz.


Yazma tıkanıklığımız yok. Korkularımız ve dramalarımız var.

Yazmaya başlamak için yıllarca ders almaya, tüm teknikleri öğrenmeye gerek yok. İyi bir okur olmak yeterli. Dünyaca tanınmış pek çok yazarın ilk romanlarını, yazma tekniklerini bilmeden yazdıkları bir gerçek. Şu da bir gerçek: Yazarlığı meslek edinmeyi düşünmeyen, yazma pratiği olmayan hatta okuma yazma dahi bilmeyen müthiş hikâye anlatıcıları var. Belki büyükannemiz ya da büyükbabamız, belki bir köy kahvesindeki amca, belki sohbet ettiğimiz taksi şoförü ya da belki komşumuz... Onlar kendi birikimlerini, deneyimlerini, bilgeliklerini ve yaşamlarından süzdüklerini sezgileriyle anlatıyorlar, kurmaca teknikleriyle değil. Bu sayede bizimle kalplerini ve ruhlarını paylaşıyorlar. Bunu hepimiz yapabiliriz. Profesyonel yaratıcı üretimler için yolda kendimizi geliştirebiliriz ve bu yolculuk yıllar- hatta bir ömür- sürebilir.


"Tüm teorileri bil, tüm tekniklere hakim ol, ama bir insan ruhuna dokunduğunda yalnızca bir başka insan ruhu ol." - Carl Jung


Hikâye anlatmak için teknik mükemmelliğe ihtiyacımız yok. Kendi gerçeğimizi ifade etmeye ihtiyacımız var. Carl Jung'un deyimiyle "yalnızca bir başka insan ruhu olmaya..." Bu ehliyet hepimizde var, buna iznimiz ve yetkimiz var; bu bizim müthiş gücümüz. Bu güç, onu kullanmaya başlarsak yepyeni evrenler yaratmamızı ve ruhlara dokunmamızı sağlayacak.


Yazma tıkanıklığımız yok. Ritmimizi bulmaya ihtiyacımız var.

Daha önce de bazı yazılarımda söylediğim gibi, ritim her şeydir. Alışkanlık böyle yaratılır, beyin böyle öğrenir, insan böyle üretir. Mümkünse her gün (ya da haftanın çoğu günü), mümkünse aynı saatte masaya oturup yazmaya, üretmeye ve bu sayede kendi ritmimizi bulmaya ihtiyacımız var. Ritim olmadan bizi heyecanlandıran ilham perilerimize, bizimle çalışacakları alanı veremeyiz. Ritim olmadan ilerleyemeyiz; bir süre yazıp ardından yine kabuğumuza çekiliriz, tereddüt ederiz, bir ileri bir geri gideriz ve sonunda vazgeçeriz.


Ritim her şeydir; bizi canlandırır, amacımıza bağlar, üretken kılar ve ilhamı açığa çıkarır.


Yazma tıkanıklığımız yok. Başlama korkumuz var.

Yazamadığım zamanların çoğunda engelim "başlayamamak" oluyor. Düşünüp çözüm üretmeye çalıştığımda iyice tıkanıyor ve saatlerce önümdeki boş sayfayı izliyorum. Çözüm, bir yerden başlamak. Mükemmel ilk cümleyi aramak yerine 'ortadan' başlamak; ya da o an ne yazmak istiyorsak onu yazmak; belki bir diyalog, belki bir tasvir, belki küçük notlar ya da bir yere bağlanmayan cümleler... Bir yerden başladığımızda çoğu zaman akış başlıyor. Bir yere bağlanmayan cümleler, ilerleyen zamanlarda metindeki yerlerini buluyor.


Mükemmel yazmayı beklersek yazamayız. Yola çıkarsak yol bizi ileri götürür. 


Yazma tıkanıklığımız yok. Depresif düşüncelerimiz var.

İlhamın gelmediği, üretemediğim zamanların beni aşağı çeken düşüncelerde kaybolduğum zamanlar olduğunu sayısız kez fark ettim. Kendimi, o bunaltıcı ruh halinde defalarca yakaladım. Çözüm, düşünmeyi bırakmak ve hissetmek. Bu amaçla uyguladığım basit ve %100 etkili bir yönetimim var: Olduğum yerde bana iyi gelen (ya da nötr) düşünceleri sıralamaya başlamak. "Gökyüzü mavi, güneş parlıyor..." gibi basit ve nötr düşünceler... Çoğu zaman yüzden fazla düşünce... Hemen her seferinde, ortalama 20. düşüncede kendime gelmeye, ayağa kalkmaya başlarım, sırtım dikleşir, hafiflerim. Devam ettikçe düşünce saymayı bitirip yazı masama geçmeyi isterim- ki bu gerçekten iyiye işarettir. Kimilerimiz için kısa bir yürüyüş, kuş sesleri, bir fincan taze kahve ya da fiziksel hareket aynı etkiyi yaratabilir.


Tıkanıyoruz çünkü o an zihinsel, duygusal ve ruhsal olarak tıkanık bir yerdeyiz. Bunalıp sıkılmamız doğal. Kilitli küçük bir oda çünkü orası, penceresiz, havasız ve bizi aşağı çeken uydurma hikâyelerle dolu... Orada olmamızın nedeni yazamamamız ya da hayat koşullarımız değil, bizi aşağı çeken düşüncelerimiz. Oysa dışarıda güneşin ve yıldızların parladığı; olasılıklarla, beklenmedik lütuflarla, fikirlerle, ilhamla dolu uçsuz bucaksız evrenler var...


Kendimizle hizalanmaya, yaşadığımızı hissetmeye, ruhumuzu yükseltmeye ihtiyacımız var- çünkü bunu yaptığımızda yeni bir gerçeklik doğuyor. Bu yeni oluş halinde ışıklı fikirler, üretme arzusu, canlanan hayal gücü ve ilham perilerimiz var.


Not defterlerimden biri... Tolga Gümüşay ile Kareli Öyküler atölyesi notlarımdan bir sayfa...
Not defterlerimden biri... Tolga Gümüşay ile Kareli Öyküler atölyesi notlarımdan bir sayfa...

Yazma tıkanıklığımız yok. Gücümüzü hatırlamaya ihtiyacımız var.

İnsan öyle bir varlık ki kendini yerden yere vurmakta usta. Olumsuz deneyimleri biriktirip öne çıkarmaya programlı, iyiyi görmesi için çaba göstermesi gerekiyor. Bizler de bu insanlardan biri olarak iyiyi görüp hatırlamak için çaba göstermeliyiz.


Küçüklüğümüzden bu yana yaşadığımız hikâyeler, biricik ve çok değerli anlar... Üstesinden geldiklerimiz, başardıklarımız, öğrendiklerimiz, dönüştürdüklerimiz...


Her birimiz, anlatmaya değer, biricik ve özgün milyonlarca hikâyeyiz. Fakat bunun değerini bilmiyoruz ya da unutuyoruz. Neden bu dünyadaki biricik varlığımız değersiz, sıradan ve küçücükmüş gibi davranıp ışığımızı kısıyoruz? En başta söylediğim gibi, kendimizi yüceltmekte değil yerden yere vurmakta ustayız çünkü.


Kendimize anlattığımız "yapamam, beceremem, yetersizim" hikâyelerini değiştirmek ve kendi değerimizi fark etmek bize güç verir. Neler yapabildiğimizi hatırlamak, içimizdeki gücü uyandırır. Geçmiş başarılarımızın duygusunu hissetmek bizi ayağa kaldırır.


Kendimizi, gerçekte kim olduğumuzu ve neler yapabildiğimizi hissetmeye ihtiyacımız var. Gerekirse her gün, her sabah, yeniden... Hissetmek bizi hayata döndürür, ayağa kaldırır, yola çıkarır ve hatta kanatlarımızı parlatıp bizi hayalimizde aşılmaz olan dağların ötesine taşır.


Yazının başındaki soruya geri dönelim:

Yazma akışı nasıl yaratılır?

Yazma disiplinini nasıl ediniriz?


Yanıtın netleşmeye başladığını düşünüyorum. Yine de özetliyorum:


Sana iyi geliyorsa devam et.

Öncelikle insan olduğunu hatırla. Korkabilirsin, erteleyebilirsin, yapmayabilirsin.

Önemli olan tek şey şu: Sana iyi geliyorsa, yazmaya devam etmelisin.


Yazma amacını tanımla ve sahiplen.

Amacını kendi iç dünyada tanımla, ona sımsıkı tutun ve kendine sık sık hatırlat.

Amacın zaman içinde değişebilir, uyanık kal.


Mükemmel olma, gerçek ol.

Bir insan ruhuna dokunman için, bir başka insan ruhu olman yeterli. Mükemmel yazmaya çalışma; kendini ve kendi gerçeğini yaz.


Ritmini bul.

Ritmini bul ve yapman gerekeni yapmaya başla.


Bir yerden başla.

Doğru yerden değil, bir yerden, seni çağıran yerden başla.


Düşünme. Hisset.

Gerekirse her gün yeniden ruhunu yükselt, gerçekte kim olduğunu hisset ve hatırla.


Kendi gücünü hatırla.

Üretmenin, kendini ifadenin, dünyaya katkı sağlamanın değerini hatırla. Bunu yapabilmen için seni kelimenin tam anlamıyla donatan hediyelerini hatırla (hikâyelerin, deneyimlerin, öğrendiklerin, başardıkların, bilgeliğin...) Ve kendini asla- ama asla- hafife alma.


Bu yazının sana ilham vermesi, zihninde yeni pencereler açması ve yazarlık yolculuğunda sana arkadaşlık etmesi dileğiyle...

 
 
 

Comments


bottom of page